31 Ekim 2010

Decaf Latte'min İğneleri :)

Canım ablam bir koltukta birçok karpuz taşır; tatlı bir abla, iyi bir eş, ilgili bir anne olmasının yanı sıra çok da yeteneklidir... Ablam diye torpil geçmiyorum vallahi! Yetenekli olduğu konusunda benimle hemfikir olan Somerset Life dergisi de son sayısına canım ablamı konuk etmiş, hem de 4 sayfa! Dergi ABD-Rusya arası uzun bir seyahatten sonra geçen gün elime geçti, çok mutlu oldum, çok gurur duydum! Birtanecik ablamı tebrik ediyor, başarılarının devamını diliyorum ;)

Bunlar da benim Pick-Me Pin'lerim...Biri şaşkın surat...

Öteki de Miso'dan köşe bucak kaçan anka kuşum...
Diğerleri de burada...


Hepinize ablamın iğneleri gibi tatlı ve acıtmayan bir hafta diliyorum!!!

Happy Halloween!


Biz pek kutlamıyoruz, cadıya hergün bayram nasılsa :P

Ama oralarda bir yerlerde bugün kutlama yapacaklar için diyoruz ki;

Mutlu Cadılar Bayramııııı :)




Bu da Moskova'dan kısacık Halloween görüntüleri, ortadaki yarasa kılığına girmiş sanırım, çılgın gençlik işte :P

29 Ekim 2010

Cumhuriyet Bayramımız Kutlu Olsun!



Hepimizin Cumhuriyet Bayramı kutlu olsun!
Memleketimizden ayrı olan bizlerde yarın düzenlenecek olan Cumhuriyet Balosu'nda biraraya gelerek ulusal bayramımızı kutlayacağız...
Ayrıca bir kutlama daha yapmak istiyorum; küçük teyzemin de doğumgününü kutluyorum! Seni seviyorum Lebişim!!!
Hepinize özgür ve mutlu bir hafta sonu diliyorum!

28 Ekim 2010

Fesat


Geçen hafta bugün canım annemle alışverişteydik... Elimde bu kaplumbağa yüzük alsam mı almasam mı diye düşünmekteydim. Evdeki tüm hayvanlar aleminden yüzüklerim (kuşlu, kelebeklibaykuşlu, filli, domuzlu) aklımdan geçti, gerek yok canım zaten başı kolu oynuyor, gözleri de kırmızı taşlı pek olmamış sanki derken yanımda bir hatun belirdi, dikti gözlerini elimdeki yüzüğe, en sonunda dayanamayıp hanfendi almayacaksanız ben bakabilir miyim dedi, elimdekinden başka kalmadığını da biliyorum, o dakka yüzük kıymete bindi almaya karar verdim :) Yani 2 dakka önce düşündüklerim kanatlanıp uçtu gitti! Sonra güldüm kendime, bu durum birkaç kez daha başıma geldi ve hiç aklımdan elimdeki o tek ürünü onu isteyen hatuna "aaa tabii ne demek buyrun siz alın ben zaten kararsız kaldım" diye vermek geçmedi. Şimdi size soruyorum alışverişe fesat karıştıran tek hatun ben değilim di mi? Hepimizin doğasında var bu "benim olmalı" psikolocisi :)

* Bu arada uzun uzun alsam mı diye düşündüğüm bu yüzüğü Erenköy pazarından 5TL'ye aldım, böyle cimri olmamakla tutumlu arası garip bir ayarda duruyorum anlayacağınız :P

27 Ekim 2010

Çikolata Fabrikası


Annişle babiş ben geliyorum diye benim sevdiğim birçok şeyi önceden alıp dolaba koymuşlardı ama benim keskin kartal gözüme bir kutu çarptı hemen; babamın ben gelmeden önce anneme aldığı, bizi yeee Noni diye bağıran dizi dizi çikolatalar... Oooo mösyö demek anneme en özel çikolatalar bana sadece bir paket sütlü Milka öyle olsun dedim, bitter kedi gibi girdim aralarına daha gelir gelmez :P


Babamın Nişantaşı'ndaki Çikolata Fabrikası'ndan aldığı çikolataların içinde ilgimi en çok çeken bu biberli çikolatalar oldu. Bunlar tam benlik dedim! Ağızda önce çikolatanın tadı sonra yavaş yavaş biberin acılığı beliriyor... Belki içinizden Çikolata Fabrikası'nı deneyen olmuştur ama değişik bir tat arayanlara kesinlikle biberlisini tavsiye ediyorum ;)

Uçmadan Önce...



Ahhh ben bir önceki postuma birini daha eklemeyi unuttum! Moskova'ya dönüşte Freeshop'ta gezinirken yanıma cici mi cici biri geldi, blogumu severek takip ettiğini söyledi ve gitti. Sabiha Gökçen Havalimanı'nda çalışan Naile'ye Nafia'ya içtenliği için çok teşekkür ediyorum! O anki dumanlı havamı güzel ve ışıl ışıl gülümsemesi ile hemen dağıttı ;)

Yalnız o gittikten sonra bir düşüncedir beni aldı... O tam bana doğru yürüyorken ben ne yapmaktaydım? Dilim dışarda prensime parfüm mü bakınıyordum? Yoksa burnumu kaşıyordum ama o arkadan beni burnumu karıştırıyor gibi mi görmüştü? Ya da o anda biri pırt yapmıştı ama Naile Nafia benden mi bilmişti? Doğru ya, konuşmayı da sanki kısa kesip hemencecik gitmişti, bu da bir ihtimaldi... Yoksa yoksa Naile Nafia artık beni okumaktan vaz mı geçecekti!!!

Hii hiii bu işin esprisi tabii ama sadece ben değil benle birlikte beynimdeki düşünceler de böyle zaman zaman 30.000 feet yüksekten uçmuyor değil :P

Naileciğim Nafia'cığım başka seyahatlerde yine karşılaşmamız dileklerimle...

26 Ekim 2010

Kısa kaçamağımda;

İstanbul'um mis gibi bir havayla karşıladı beni!
Tüm kışı donanzi bonanzi olarak geçireceğimden midir bilmiyorum ama yukardaki hava konusunda bana bir kıyak geçti sanırım ;)

Canım ailemle hasret giderdim... Tontişlerimi çok özlemişim!

Canım yeğenimmmm seni tontişlerden saymadım, çünkü biz evin küçük bıdıklarıyız, seni çoook seviyorum :)

Bu kadar yavruşka yeter dedim gittim kendi Törkiş lokumlarımı mıncıkladım ;)

Bol bol şımartıldım!
Renkli taşlarıma her baktığımda canım annemi, kelebekli bluzümü her giydiğimde teyzoşumu, ponponlu tozluklarımı her giyişimde Lebişimi, sedefli küpem ve "bronz" bileziğimi her taktığımda Tülayımı, kedili yüzüğüm ve eldivenimi her kullandığımda Evomu, her Türk kahvesi içtiğimde Elçinimi anacağım ;)

Annem sayesinde keşfettiğim Önder Focan Group'un 2007 yılında çıkardığı Swing A La Turc albümü ile kulağımın pasını sildim ;) Albüme bayıldım!

Tabii sevimli dostları da unutmadım! Tarçın ve Bediş'ten de haber almak istedim ama ne yazık ki cici annelerine ulaşamadım, belki buradan sesimi duyarlar ;)

Ziyaretin kısası makbuldür dedim, tadında bırakıp prensimin yanına döndüm ;) Ben sıramı saldım şimdi sıra annişler ve babişlerde :) Hadi çok bekletmeyin bizi !!! 

23 Ekim 2010

Cam kenarı...


Sayılı gün çabuk geçermiş di mi? Dönüş vakti geldi bile... Siz şu satırları okurken ben muhtemelen bulutların üstünde olacağım, prensime kavuşacağım için mutlu, canım annem ve babamdan ayrılacağım için buruk... Sütlü ama şekersiz, ikisi bir arada benimkisi...

20 Ekim 2010

Out of Order



Şimdik ben bugün, yarın ve sonraki gün hizmet dışıyım ;)
Kendimin şımartılmasıyla meşgulüm.
Ama şımarıklığımın yanında sevgi dolu bir pıtırcık da olduğum için sizleri haberdar ediyorum.
Afferin bana di mi :P

19 Ekim 2010

Prenses


Şu anda özlediklerim var...
Ve her daim özleyeceklerim...
Canım arkadaşım Selin ile vedalaştık dün... Bu kadar işinin arasında bir de çok romantik bir albüm hazırlamış bize, düğün yemeğimizde çektiği fotoğraflardan oluşan... Giderayak hediye etti, nasıl duygulandım anlatamam...
Canım arkadaşım bu sabah uzun bir seyahate çıkıyor, kalbim bu seyahatte hep onunla olacak.
Seni çok seviyorum prensesim, yolun da yüreğin gibi hep açık olsun!!!

18 Ekim 2010

Türk Mutfağı Haftası



Uzaklardayken prensimi de unutmadım tabii, ben yokken eli işte gözü oynaşta fazla olmasın diye hemen bir program yaptım ona ;) Garanti ediyorum bu etkinlikte gözü değil ama midesi bayram edecek! Gelelim etkinliğimize; Swissotel Moscow 18-24 Ekim tarihleri arasında Türk Mutfağı Haftası düzenliyormuş. Bu 1 hafta boyunca çok uygun fiyatlarla Cafe Swiss'de döner, kebap, dolma gibi mutfağımızın en güzel örnekleri sunulacakmış. Detaylar için broşüre tıklayabilirsiniz. Moskova'da yaşayan diğer Türk vatandaşlarımıza da duyurulur! Afiyet olsun ;)

16 Ekim 2010

Şu anda...

Hasret gideriyorum ;)

Yoklama


Ben bir süreliğine kaçağım, yoklama kaçağı :) Memleketimin en mis kokulu kahvelerini yüklenmeye, en ince dolmalık yapraklarını toplamaya, en organik baharatlarını zulalamaya, en tatlı baklavalarını tatmaya, boğazın en iyotlu denizini koklamaya ve deee tüm sevdiklerimi kısa da olsa yoklamaya gidiyorum. Ben gelesiye kadar (ay hep böyle siye'li bir cümle kurmak istiyordum, kısmet bugüneymiş :P) kendinize iyi bakın şeriler, mucukkkkk :)

Photobucket
Prensimle vedalaştım ve de kaçtım!

15 Ekim 2010

Haftasonu için...

Cumartesi Günü;

Pazar Günü;

Isınma

Şu aralar blogumla ısınma turları yapıyorum... Düşündüm ve buradan keyif alabilmem için öncelikle onu istediğim şekle sokmam gerektiğine karar verdim. Çünkü burayı en başta ben kendim okuyorum ve çektiğim fotoğraflar için de bir arşiv oluşturuyorum ;) Ama kendimce emek harcadığım bir hobinin burada bıdık kadar kalmasına gönlüm razı olmadı. Bu nedenle blogumun ana görüntüsünü çok bozmadan bir iki değişiklik yaptım. Bundan sonra eklediğim fotoğraflar çok şükür büyük çıkacaklar. Bu mutluluğa nail olabilmek için internette o kadar araştırma yaptım ki artık bir html kodlama kurduna döndüm diyebilirim! Benimle iyi geçinin yoksa sizi haklarım pardon haklerim ona göre :P Nasıl beğendiniz mi blogumun yeni halini?

14 Ekim 2010

Petrovsky Manastırı

MTKO'nun düzenlediği Sokak Sokak Moskova etkinliğinin 2010-2011 dönemindeki ilk durağı Petrovsky Manastırı'ydı... Ben de geziye katılmak üzere heyecanla evden çıktım ki o da ne, 2010 sonbaharının ilk karı Moskova'ya yağmaya başlamıştı bile! 2 derecede resmen don-dum! İkisi böyleyse eksisi nasıl olacak bakalım??? Yüzyılın en soğuk kışını Moskova'da yaşamak varmış hee heee :P
Manastır gezimiz çok keyifliydi, en azından ben kendi adıma böyle söyleyebilirim çünkü benim için çekilecek çok fazla mistik detay vardı... Ama bir şey itiraf etmek istiyorum; ben tarihi yerleri gezmeyi, fotoğraflamayı çok sevsem de asla rehberlerin anlattıklarına konsantre olamıyorum! Tabii o anda toplaşıp rehberi dinlemek durumunda olduğumuz için kuzu kuzu ben de gruba uyuyorum. Meeeee :) Ama gözüm hep bişeyler aranıyor, şu mumu da çekiyim, ay şu ikonayı atlamıyım, aaa şuranın ışığı süper derken hoooppp benim beynim rehberin ağzından dökülenden kopuyor başka dünyada geziniyor. Bugün de durum pek farklı olmadı, içimden amaan eve gidince google'a bastımmıydı manastırın tüm tarihini dökerim dedim. Hıh evet çok döktün Nonik! Ne yazık ki internette (ve kitaplarımda) bu manastır ile ilgili tarihi bir bilgiye pek rastlayamadım. Aklımda kalan şeyler; Rus Çarlarından 1. Petro ve üvey kardeşi V. Ivan'ın çocukluğunun burada geçtiği, zaten doğuştan sakat olan V. Ivan'ın küçük bir çocukken iki amcasının gözleri önünde katledilmesi nedeniyle akıl sağlığını da yitirdiği, Fransız işgali sırasında Fransızların kiliselerden birini ahıra çevirip buradaki mezar taşlarına zarar verdiği, Sovyetler Birliği döneminde ise manastırların yasaklanıp sadece lokal kiliselere izin verilmesi nedeniyle burada gizlice ayin yapıldığı... Böyle bölük pörçük bilgiler kaldı aklımda... Daha fazla bilgiye sahip olanlar lütfen beni aydınlatsın ;) Eveeet günah da çıkardığıma göre artık çektiğim fotoğrafları gönül rahatlığıyla sizlerle paylaşabilirim :)
Buluşma noktamız olan Pushkinskaya metro durağında indim...

Metro çıkışında tüm hanımlar toplanıverdik...

Giderken gözüme takılanları fotoğrafladım...
Şunun tatlılığına bakar mısınız? Sütlü çikolatam benim :)
 
Alttaki Zen d'Art afişi dikkatimi çekmedi değil, ama bunun için vakit yoktu ne yazık ki...
 
Evet manastıra girmek üzereyiz...
Çanlar Noni için mi çalıyor acaba?
 
Manastırın bulunduğu alanda kilise ve şapeller vardı...
İçeri girdik...
 
Burası halka açık ama turistlere kapalı bir kilise, sadece özel randevu ile gruplar kabul ediliyor. MTKO bu izni önceden aldığı için böyle rahat fotoğraf çekebildim...
Gezinin bedeli kişi başı 350 ruble yani 17,5 lira, toplanan para manastıra gidiyor...
 
Kilisenin en saygın papazı bize manastır hakkında bilgi veriyor... Ne dediğini dinlemiyorum, ama yukarıyı gösteren işaret parmağı "evet farklıyız ama hepimizin inandığı tek" diye içimden geçirmeme sebep oluyor...
 
Papazdan sonra bayrağı rahibe devralacak ve bize kiliseyi gezdirecek, şimdilik beklemede...


Yok canım, Nöriye'nin Güğümleri setinden çıkıp geziye katılmış değilim, kilisenin içinde açık saçla dolaşmak yasak olduğu için rahibelerin verdiği başörtüsünden taktım ;) Papaz kaçmadan kendisinden bir poz rica ettim, sağolsun beni kırmadı...
Soldaki beyaz saçlı kişi bizim papazın ta kendisi! Saygın bir papaz olduğu için onun da resmini duvara yapmışlar. Rahiplerin ayin törenleri bu resmin yer aldığı küçük olan diğer kilisede yapılıyormuş, aslında buraya giriş dışardan gelenlere yasak ama bizim için açtılar...
Fotoğraf çekmeye devam...
 




Açıkçası bu bana çok enteresam geldi... Bu duvarın arkasında bir Aziz'in naaşından alınan bir parça duruyormuş, kendisi kutsal sayıldığı için de ön tarafta metal bir delik ibadet için bırakılmış. 2 tane yaşlı teyze geldi, tam olarak ne yaptıklarını göremedim ama sanırım önde duran metal deliğe dudaklarını değdirdiler. Ne olduğunu bilen varsa anlatabilir mi acaba, gerçekten çok merak ettim!

Rahibe avluda bizi gezdirirken...


Gezinin sonlarına doğru biraz içimizi ısıtmak için yemekhanelerine doğru gidiyoruz...

Burda çalışanlar da rahiplerin kendisi... Yaptıkları yemekler de sadece kilisede çalışan rahipler için... Bizim gibi dışardan gelenlere ise çay, kahve ile tatlı ve tuzlu hamur işi veriliyor, bunlar da yine kendileri tarafından yapılıp sıcak sıcak servis ediliyor...
Çay ve bu leziz çörek 50 ruble yani 2,5 lira...
 


Bunlar da işgal sırasında Fransızlar tarafından dağıtılıp sonradan bir araya getirilen mezar taşları...


Rahibeye veda edip...

Hızlı adımlarla sıcacık evlerimizin yolunu tutuyoruz...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...